HELAL VE TAYYİB SERTİFİKALAMADA AKREDİTASYON KURUMUNUN NİTELİĞİ WHC VE HAK KURULUŞLARI
Dünyayı yönetme gücünü ele geçirdikten sonra emperyalist güçler insanların , başta gıdalar olmak üzere, ihtiyaç maddelerinin üretim ve dağıtım sistemini tekellerine alarak adeta bütün insanları umumi belva’ ya düçar eylediler. İnsanlara musallat edilen bu kısır döngüden tez zamanda yakasını kurtaran iki toplum oldu; biri Hindu ve etyemezler gurubu vejeteryanlar , ikincisi Yahudi Musevi toplumu. Her ikisi de tek merci altında akreditasyonlarını , onun gözetimi altında da sertifika sistemlerini oluşturdular. Hiçbir devletin boyunduruluğuna girmeden bütün dünyada inananlarına bağımsız olarak hizmet ediyorlar.
Şimdi dünyada 2 milyar bir nüfusa sahip Müslüman ümmetin durumuna bir göz atalım. 20. asrın başlangıcına kadar dininin emri gereği baş başa baş da şeriata bağlı olarak Halifelik merkezine bağlı yaşarken, bir gaflet anında gayrimüslim emperyalist bir çeteye yakasını kaptırmış. Düşman bütün gücü ile ümmetin nefes borusunu sıkmış ve nefessiz kalan Halifelik makamını nakavt ederek ümmeti başsız bırakmış. Adeta ümmeti imamesi kopartılmış darmadağan tesbih taneleri haline getirmiş. Bu toprakların üzerine masa başında yaptığı taksimata göre küçük devletçikler oluşturmuş ve kendi kontrolunda olacak insanları bu devletçiklerin başlarına oturtmuş. İşte yüz yıldır Müslümanlar, bu çetenin kıskacındaki ve kontrolundaki bu devletçiklerin yönetimde yaşıyor. Yer yer kendilerini bu kıskaçtan kurtarabilen Müslümanlar ise dinlerinin olmazsa olmazı ve imanî bir meselesi olan gıda ürünlerinin helal ve tayyibliğini 30-40 yıldır sorgulamaya devam ediyor.
Çeşitli ülkelerdeki üreticilere yaptırım yapma gücüne erişenler ise Sertifikalama yaparak dünya Müslümanlarına bir kolaylık getirmeye çalışıyor. Zamanla bu işi imani bir hizmet olarak görenlerin yanında bu imkânı para kazanma fırsatı olarak görenler istismar yolunu seçerek sıkıntı oluşturdu. Malezya, Endonezya gibi ülkeler, ülkelerine istedikleri şartlarda ürün girmesini sağlamak için ülke dışındaki sertifika kuruluşlarına akreditasyon uygulamaya başladı. Daha sonra devletlere bağlı olmayı istemeyen çeşitli ülkelerdeki bağımsız sivil kuruluşların oluşturduğu WHC(Worl Halal Council=Dünya Helal Konseyi)), 1999’dan itibaren 5 kıtada akreditasyon kurumu olarak görev yapmaya devam ediyor.
Daha sonra 57 İslam ülkesi devletlerinin oluşturduğu OIC kuruluşunun bir kısım üyeleri, oluşturduğu SIMIIC kuruluşunu, Akreditasyon kurumu olarak ortaya çıkarttı. Daha sonra bir Hristiyan kulübü olan AB, bünyesindeki Akreditasyon kurumu olan CEN’de bu işi yapmaya kalkıştı, Müslümanların reaksiyonu ile karşılaşınca hemen vazgeçmek zorunda kaldı. Daha sonra bir kısım Körfez ülkesi nin oluşturduğu ESMA, diğer bir kısım körfez ülkesinin oluşturduğu GAC ve nihayet Türkiyenin halen mecliste görüşülen HAK isimli akreditasyon kuruluşlarının hepsi de devletlerin güdümünde çalıştırılmak istenen nevzuhur kurumlardır. Diyebilirim ki hepsi de liyakatsız kadrolarla Müslümanların bu kutsal haklarını istismar etmek için oluşturulmuş kuruluşlardır. Bu iddiamı delillerle açıklamaya çalışacağım.
AKREDİTASYON KURUMU NE DEMEKTİR?
Bizim kültürümüzdeki karşılığı İCAZET KURUMU İcazet: Sözlükte, izin, müsaade, destur, ruhsat, belirli bilgileri öğrendikten sonra verilen ruhsat, belgeye veya vesikaya denir.Bir fıkıh tabiri olarak icâzet, bir kimseden kurumdan herhangi bir işle ilgili olarak, izin ve ruhsata delâlet eden bir fiil ve hareketin meydana gelmesine icâzet denir. İlimde tahsilini bitirenlere verilen şehadetnâme (belge) yerine kullanılan bir tabirdir. Eski medrese usulüne göre, okuduğu dersi veya sanatı bitiren öğrencilere hoca ve üstadları tarafından böyle bir belge verilirdi. Buna “icazetnâme” denir ki, izin kâğıdı anlamına gelir. İcazetnâme almış olana “mücâz”, icazet vermiş olan üstada da, “mûciz” denir. Bütün icazetnamalerin başında; Besmele, Allah’a Hamd, Hz. Peygambere Salat ve Selam, Ashabına Dua ve Kelime-i Şehadetten sonra konunun önemi ve ciddiyeti vurgulanır, ilmin, öğretme ve öğrenmenin, irşad ve senedin ehemmiyetine dikkat çekilir.
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi Akreditasyon verecek şahsın veya kurumun icazet vereceği konunun bileni yani üstadı olması gerekir. Hele konu Helal ve Tayyib sertifikalama ise konu tamamen fıkıh konusu demektir. Bir sertifikalama kuruluşuna akreditasyon verecekse , yani ona bu konuda icazet verecekse kendisinin o konuda hem bilgide ve hem tecrübede üstad olmalıdır. Acaba bu nevzuhur devlet güdümlü akreditasyon kurumları iştigal konularının üstadı olan eşhastan mı oluşuyor bir bakalım? Mesela elimizin altında bulunan Hak’ın kanun taslağına bakalım. Bu taslağa göre kurumun karar mercii Yönetim Kurulu olarak görünüyor. Taslakta Yönetim Kurulu üyelerinin niteliği kısmında islam bilgilerine vukufiyeti için hiçbir ifade yok. Aranan tek şart, ister yurt içinde, ister yurt dışında okusun, topu topu, asgari 4 yıllık bir yüksek okuldan mezun olması, başka bir şart yok. Sertifika kurumlarına icazet verecek bu akreditasyon kurumunun karar verici birimi 5 üyeden meydana gelmiş ve sadece, her hangi 4 yıllık bir yüksek okuldan mezun olmuş insanlardan oluşuyor.
Bu taslak kanunlaşırsa, her 5 yılda seçimle iş başına gelecek bir hükümet tarafından yönetilecek. Seçimle gelecek bir hükümetin tandasına göre her zaman değişebilecek bir yönetime Müslümanların imani bir meselesi olan helal konusu, gözü kapalı, teslim ediliyor. Bu uygulamaya benim diyen hiçbir Müslüman razı olamaz. Bu yapıya itiraz edeceğimiz daha pek çok noktalar bulunmaktadır. Mesela, danışman olarak belirtilen epeyi kabarık bir listede de devlet ve yarı devlet kurumlarından atanacak şahıslarda da İslam kimliği özellikle belirtilmemektedir. Bu taslak tam manası ile Laik bir sistemin ürünü olarak gözükmektedir.
Biz diyoruz ki! Müslümanların olmazsa olmazı, imani bir meselesi olan Helal ve Tayyib ürün üretme hakkı, asla Laik bir çarka mahkum edilemez.
Biz bir akreditasyon kuruluşunun kurulmasına karşı değiliz. Karşı gelirsek önemli bir fıkıh gereğine karşı geleceğimizi biliyoruz. Zaten bağımsız Ümmet şuuru ile çalışan WHC Akreditasyon kurumunun 10 yıldır üyesi bulunuyoruz İtirazımız yüz yıldır gayrimüslim emperyalist çetelerin Müslümanlara dönük yürüttüğü, kendi modernitesine yönlendirmek uğruna Müslümanı haram ve şüpheli lokmaya mahkum ettiği baskı, çarpıtma ve istismarı; bu sefer, yerli ve Müslüman görüntülü insanlarla bu zulmün devam ettirilmesi endişesi ve korkusu içindeyiz. Nitekim Körfez ülkeleri akreditasyon kurumu ESMA’ da bunu müşahade ettik. Müslümanın imani bir meselesi olduğu gerçeği yerine bu pazarın ekonomisine bakılması çarpık anlayışının ön plana çıkartılması bizi korkutuyor. Bu sebeple bütün şuurlu Müslüman kardeşlerimizi yeni bir oldu bittiye düçar olmamak için konuya odaklanmalarını taleb ediyoruz.